Şuan Yelkenci.org Arşiv Sayfasındasınız!
Yelkenci.org ana sayfasına geçiş yapmak için tıklayın...

Anadolu'nun sesine kulak verdik.
19 Haziran 2001, 11:34 5

Anadolu'nun sesine kulak verdik.

Merhaba. Ben Ayşe Elif Özmen.
Oto Yedekparça ve Servis Ekipmanları Dergisi'nin muhabiriyim. Aynı dergide yayınlanan bu gezi notlarımı size de gönderiyorum. Umarım yazdığım duyguları hisseder, aynı coşkuyu yaşarsınız. Sevgiler...

Anadolu'nun sesine kulak verdik

Antakya, Urfa, Mardin, Diyarbakır, Adıyaman ve Gaziantep'i içine alan bir geziyle Güneydoğu Anadolu'yu keşfetme imkânım oldu. Yoğun iş temposu içinde böyle geziler yapmaya fırsat bulamazsınız diye düşünerek bu seyahatimin anılarını sizlerle paylaşmak istedim.

Yolculuğumuz boyunca, ''Medeniyetler Beşiği'' diye isimlendirilen ve GAP mucizesi ile yeniden canlanan toprakların suya hasret geçen günlerini düşündüm. Bu topraklar ki, rehberimizin anlattığı şekliyle, ''sonu -ya ile biten Mezopotamya, Antakya ve Kapadokya gibi mütemadi medeniyetlere ev sahipliği yapmışlardı''. Mütemadi medeniyetler; birbirini takip eden kültürler anlamına geliyor. Gezdiğimiz tüm şehirlerde gördüğüm renkler, yani kahverengiler, kızıllar, toprak renkleri ve yeşilin her tonu, daha sonra bana Mezopotamya'yı hatırlattı. Suya hasret kalmış bu toprakların GAP Projesi ile nasıl yeniden şekillendiğini gördüm. GAP'ın izleri Antakya'da çok yoğun hissedilmiyor elbette, ancak bu bölgedeki Amik Gölü'nün ovaya dönüştürülmüş olması, uçsuz bucaksız ve verimli bir tarım alanı sunmuş köylülere. Tarım deyince Antakya'da akla ilk gelen konulardan biri de, Samandağ yöresindeki maydanoz tarlalarının, Türkiye'nin maydanoz ihtiyacının yüzde 90'ını karşılıyor olması. Bölgeye girer girmez maydanoz kokularını alıyorsunuz zaten. Şu anda Şam'da faaliyet gösteren Patriklik, bir zamanlar Antakya'da bulunuyormuş. Bu Patriklik hâlâ ''Antakya Patrikliği'' adıyla anılıyor.

Kurtuluş Savaşı'ndan sonra bir dönem bağımsız devlet olarak kalan ve 1939 yılında yapılan bir referandum ile vilayet olarak Türkiye'ye katılan Antakya, tarihi çizgisini hâlâ koruyor. Antakya'da, Süryani mimarların özenli taş işçiliğini görmek mümkün. Antakya'da yaşanan zenginlik ve ihtişam dönemine ait eşi bulunmaz mozaikler ise, Antakya Mozaik Müzesi'nde görülebiliyor. Hıristiyanların Ortodoks Kilisesi olan St. Paul, Katoliklerin Kilisesi ve Habib-i Neccar Camisi gibi mekânları gezdikten sonra Antakya'nın bu kültür mozaiğini elde etmiş olmasına hiç şaşırmadım. Camisi, havrası, her mezhebe uygun kiliseleriyle bu bölge, anlayış ve huzurun doğal bir yansımasıydı benim için.

Fırat ve Dicle arasında kalan Mezopotamya...
Eğer Mezopotamya'yı içinize sinerek gezmek istiyorsanız; Fırat suları üzerindeki Birecik Köprüsü üzerinden yürümenizi, bu topraklara ilk adımı böyle atmanızı tavsiye ederim.

Bir sonraki durağımız olan Urfa ise tam bir kültür şöleniydi. Halil-ül Rahman Camisi, Balıklı Göl, Hasanpaşa ve Rızvaniye Camileriyle Urfa, dünyanın eski şehirlerinden biri. Şehrin geleneksel kesme taş evleri, iki katlı ve geniş avlulu. Biz Urfa'yı ne yazık ki Kurban Bayramı sırasında dolaştık. Kapalı olduğundan dolayı, meşhur Urfa Çarşısı'nı ve ''İkinci Bahar'' dizisinin bir bölümünün çekildiği Gümrük Han'ı dolaşamadık. Ayrıca Urfa'ya gidip de mırra içmemek ve kebap yememek mümkün değil. Sıra gecesinin tadı ise bambaşka.

Türk zekasının en büyük eserlerinden biri:
Atatürk Barajı
Dünyanın en önemli projelerinden biri sayılan GAP'ın kalbi Atatürk Barajı ise, Urfa'ya 1.5 saat uzaklıkta. GAP Projesi, 22 baraj ve 12 hidroelektrik santralından oluşuyor. Proje tam olarak bittiğinde, yapılan tesislerden 27 milyar kw./sa. elektrik enerjisi elde edilmesi planlanıyor. GAP'ı, sadece su ve toprak kaynaklarının geliştirilmesi projesinden çok, bölgenin ekonomik ve sosyal hayatını büyük ölçüde etkileyen bir entegre kalkınma projesi olarak nitelendiriyorum. Çünkü sulama ve enerji yatırımlarının yanı sıra, bölgede kültür tesisleri, amfi-tiyatrolar ve ağaçlandırılmış bölgeler bulunuyor. Türkiye'de kullanılan hidroelektrik enerjisinin yüzde 45'i GAP barajlarından elde ediliyor. 1936 yılında araştırma çalışmalarının yapılmasıyla ilk adımı atılan bu dev proje, insan gücünün, zekasının ve yaratıcılığının kanıtı olarak ayakta duruyor. GAP, Gaziantep, Adıyaman, Şanlıurfa, Diyarbakır, Mardin, Siirt, Batman, Şırnak ve Kilis illerini kapsıyor. Ancak Atatürk Barajı, bölgenin en heyecan verici eseri.

Yine Urfa'ya 2 saat uzaklıktaki Harran ise dünyanın ilk üniversitesinin kurulduğu önemli bir yerleşim merkezi. Konik evleri, güleryüzlü çocukları ile Harran'ın, zamanın medeniyet merkezi olduğuna inanmak maalesef çok güç. Çünkü, ailelerde kızların okutulması lüks olarak görülüyor.

''Gündüzü mezarlık, gecesi gerdanlık Mardin''

Mardin ise, taş evleri, medreseleri ve camileriyle ünlü. 1.500 yıllık Deyr-ül Zafaran Manastırı'nın güzelliği, Mardin'in sokaklarının bakımsızlığıyla taban tabana zıt. Mardin'in 5 km. doğusundaki bu manastır, adını, çevrede yetişen zafaran, ya da bizim bildiğimiz adıyla safrandan alıyor. Süryani Kadim Manastırı'nda bir rivayete göre 12 bin azizin kemikleri bulunuyor. Bu nedenle bina, Onikibin Aziz Manastırı olarak da anılıyor.

Diyarbakır şehir gezisi ardından gittiğimiz Hasankeyf'de büyülendiğimizi söyleyebilirim. Hasankeyf, Zeugma ile aynı kaderi paylaşarak, GAP Projesi'ne bağlı barajlardan birinin, Ilısu Barajı'nın suları altında kalacak. Tüm güzelliğiyle anlattığım GAP Projesi'nin, böylesi iki tarihi yerleşimi yok edeceğini düşünmek çok üzücü. Bir tarafta, Türkiye halkının hemen hemen tüm elektrik ihtiyacını giderecek, yapımı yarım asırdır süren, gencecik mimarların, mühendislerin, yapımında emek harcadıkları, umut bağladıkları bir proje var. Diğer tarafta ise Dicle Nehri üzerinde, kuruluş tarihi belli olmayan ancak bin 200'lü yıllardan günümüze kadar ayakta kalmış, seyretmeye doyum olmayan güzellikteki bir külliye var. Hasankeyf, Kale, Ulu Cami, Hasankeyf Sarayı, İmam Abdullah Zaviyesi ve Zeynel Bey Kümbeti ile, bugüne kadar ayakta kalması mucize olan bir yerleşim bölgesi. Kale içindeki mağara evlerde yaşam devam ediyor. Birçok insan, yazın soğuk, kışın sıcak iklime sahip bu mağaralarda kalabalık aileler halinde yaşıyor. Tur otobüsünden indiğimizde çevremizi saran çocukların rehberliğiyle gezdiğimiz bu bölgelere giderseniz, yanınızda fazladan okul malzemesi getirip bu çocuklara dağıtmanızı tavsiye ederim. Hasankeyf'in sular altında kalmasıyla evlerini kaybedecek olmaları bile, bu çocukların gözlerindeki ışıltıyı ve okul sevgisini etkileyemiyor çünkü.

Hasankeyf'den hüzünle ayrıldıktan sonra gittiğimiz Siverek'ten, Fırat nehrini feribotla geçerek Kahta'ya ulaştık. Adıyaman'ın şirin ilçesi Kahta'da, Nemrut Dağı Milli Parkı içerisinde yer alan Cendere Köprüsü ve Karakuş Tümülüsü'nü gezdik. Bu mekânlar İstanbul'a dönmeden önceki son durağımızdı.

Gezdiğimiz yerlerin doğal mozaiğinden çok etkilendik ama yaşadığımız bir yer zaten vardı ve biz o bölgeleri yaşamak amacıyla değerlendirmedik. Gezip görmek amacıyla ziyaret etmek, bir bölgeyi anlamak için ne kadar yeterli olabilir? Biz büyük şehirlerdeki yaşantımıza devam ederken, Hasankeyf'de mağarada yaşayan, sular altında kalma tehlikesi karşısında başka yerleşim alternatifi bilmeyen halkın isteklerine ne kadar duyarlı olabiliriz? Bu soruları yanıtlamak için belki de ülkemizi çok iyi tanımak ve sorunları bölgesel projelerle çözümlemek gerekiyor. Gidip o şehirleri görerek, tarihi zenginliklerimizin peşine düşerek duyarlı olmaya yaklaşabileceğimizi düşünüyorum.

Alpler'de Bir İlk: Yüksek Rakımlı Yüzer Santral

18 Ocak 2021

Dünyanın ilk yüksek rakımlı yüzer güneş enerjisi santrali İsviçre Alpleri'nde gölün üzerinde enerji üretimine başladı.

Ayvalık

24 Şubat 2001

Ege Denizi'nin derinliklerinde, Ayvalık kıyılarının birkaç mil açığında gözlerden uzak bir cennet var. Yalnızca sualtı tutkunlarına kucak açan bu gizli cennet binbir renkli sualtı canlıları, çeşit çeşit balıklarıyla göz alıyor.

özürlü olimpiyatları ve yelken

17 Ekim 2008

Özürlüler için olimpiyat oyunları ilk defa 1960 yılında Roma'da organize edildi

StatCounter