ALAÇATI
İzmir-Çeşme otobanında hızla ilerlerken birden gözünüze, kocaman beyaz kanatlarıyla gökyüzünü kulaçlayan modern yeldeğirmenleri takılır. Ardından taş binaları, çıplak tahta kollarıyla eski ve yorgun değirmenlerin, sizi bir rüzgâr ülkesine çağırdığını fark edersiniz. Bütün bunlara bir de denizin tuzlu ve serin kokusunun eklendiğini duyarsanız, Alaçatı'ya geldiniz demektir.Önünüze iki zorlu seçenek çıkıverir Alaçatı'da. Ya masmavi sularda koşuşturan rengârenk windsurf'lerin oyununa katılacaksınız, ya da yorgun yeldeğirmenlerinin gölgesinde, Anadolu kültürünün yansıdığı renkli sokaklara dalacaksınız. Olasılıkla da kararı sizin yerinize, tepenizde yükselen güneş verecek. Kendinizi bir anda, küçük yat limanına ve Alaçatı Koyu'na ulaşan yolda bulabilirsiniz.Alaçatı Koyu, Ege kıyılarında yer alan pek çok koydan biri. Ama, iki önemli özelliği onu windsurf yapanların cenneti haline getirmiş. Biri, hiç dinmeyen rüzgârı. Diğeri, denizinin kıyıdan altmış-seksen metreye kadar bir buçuk metreyi geçmeyen derinliği.Haritaları ve kaptanlığı ile tanıdığımız Piri Reis de ''Kitab-ı Bahriye''de ''Alaca at limanında deniz yufkadır,'' derken koyun dalgasız olduğunu kastetmiş. Yani onca rüzgâra rağmen koyda dalga yüksekliği sörfçülerin tadını kaçıracak boyuta ulaşmıyor.Alaçatı'da rüzgâr, yaz boyunca kuzey yönlerinden 15-25 kts (knots) süratle esiyor.Mayıstan ekime kadar süren rüzgâr sezonunda, ''Yetmiş iki milletten'' windsurf yapanla karşılaşıyorsunuz Alaçatı'da.Karavanı veya çadırı ile gelip bütün sezonu burada geçirenler olduğu gibi, sadece yarışmalar sırasında uğrayanlar da var. Kıyıdaki iki sörf okulu ile hem koyda hem Alaçatı'nın içindeki otel ve pansiyonlar, rüzgâr ve deniz tutkunlarını ağırlıyor.Alaçatı koyunun bir buçuk metreyi geçmeyen derinliği, aynı zamanda yeni başlayan sörfçüler için de iyi bir eğitim sahası. Bu özelliğinden dolayı koy, hem ustalar hem de acemiler için gözde bir sörf merkezi. Usta delikanlıyla yeni başlayan kardeşini veya kız arkadaşını birlikte sörf yaparken görebiliyorsunuz burada.Sığ sular acemilere omuz verirken, esriklenen imbat ustalarla oynaşıyor. Ulusal ve uluslararası pek çok yarışmanın düzenlendiği koy, aynı zamanda iyi bir antrenman sahası da.
Alaçatı'nın denizi ve rüzgârı gibi, daracık sokakları da sürprizlerle dolu. Parke taşlı Arnavut kaldırımlarının iki yakasında sıralı, uzun ve zor yılların olgunluğunu taşıyan, iki katlı taş evler... Pencerelerden, cumbalardan bakan her yaştan güler yüzlü insan... Alaçatı'nın sokaklarında, camisinde, antikacı dükkânında yörenin kültür zenginliğine tanık oluyorsunuz.Tabii, bu zengin kültür Alaçatı'nın ilginç tarihinden kaynaklanıyor.
Çeşme yöresi 16. yüzyıla kadar, Anadolu'nun dış ticaret kapısıdır. Sakız Adası'na yerleşen Cenevizli tüccarlar, 1566'da Osmanlıların adayı fethetmesiyle bölgeyi terk ederler. Ve Çeşme yöresi ticari cazibesini İzmir'e kaptırır.1850'li yıllarda, Alaçatı'nın güneyindeki bataklığın kurutulmasında ve limanda çalıştırılmak üzere, çevre adalardan Rum işçiler getirilir. Adalı Rumlar Alaçatı'nın inşasına katılarak, buraya yerleşir, bağcılık yapmaya da başlarlar. Sonra Yugoslavya ve Makedonya'dan gelen göçmenler mesken tutar Alaçatı'yı. Ama savaş onları Anadolu'nun içlerine sürükler. Kurtuluş Savaşı'ndan sonra dönerler ve bu kez de aralarına Selanik, Girit ve İstanköy göçmenleri katılır. Onlar da tütüncülüğü armağan ederler yöreye. Bu tarihi med-cezirlerin izlerini Alaçatı'da görmek olası. Pazar yerindeki cami, cumbalı taş evler, değirmenler bu zorunlu kültür hareketlerinin tanığıdır hep. Yörenin tarihi onu hem yiten düşlerin, hem de filizlenen umutların diyarı yapmış. Günümüzde Alaçatı'nın tarıma elverişli topraklarında anason, zeytin, soğan ve enginar yetiştiriliyor. Bölgede turizmin yıldızı da parlıyor. Öyle ki, kışın sekiz bin olan nüfus, yazın elli bine ulaşıyor. Alaçatı Belediyesi de, her yıl Uluslararası Gençlik ve Çocuk Tiyatroları Festivali düzenliyor.Alaçatı rüzgârı ve denizi yaşamak isteyenlere olduğu kadar, Anadolu'yu tanımak isteyenlere de cömert davranıyor. Onunla tanışmaktan keyif alacaksınız.